Hem ölen insana hem de geride kalan yakınlarına karşı yerine getirilmesi gereken bir görev de tâziyedir. Tâziye sabra teşvik etmek demektir. Yakınını kaybeden bir kimseye sabretmesini, Allah’ın sabrına karşı ecir vereceğini, hepimizin Allah’a ait olduğumuzu ve tekrar ona döneceğimizi söylemekle, bu vazife yerine getirilmiş olur. Tâziyede bulunmak müstehaptır. Tâziye, Allah Teâlâ’nın, “İyilik ve (Allah’ın yasaklarından) sakınma üzerinde yardımlaşın” (Mâide 5/12) âyet-i kerimesinde bildirdiği manaya da şâmildir. Tâziye bir nevi kişinin din kardeşine karşı manevi destek olması demektir. Nebi [sallallahu aleyhi vesellem] şöyle buyurmuştur: “Kul, (din) kardeşinin yardımına koştuğu müddetçe Allah da onun yardımındadır.” (Müslim, Zikir, 38)
Tâziye definden önce de sonra da yapılabilir. Tâziyenin vakti, kişi öldükten hemen sonra başlar ve defin sonrasında üçüncü gününe kadar devam eder. Üç gün olması aşağı yukarı bir hesaptır, yoksa kesin sınır değildir. Ancak başka yerde bulunanlar üç gün (sınırlamasına) tâbi değillerdir. Tâziyeyi, evde bulunan kadın erkek; aile halkını, yakın akrabaları, büyükleri küçükleri kapsayacak şekilde yapmak müstehaptır. Ancak genç kadınlara taziye yapılmaz. Onlara sadece kadınlar ve mahremleri taziyede bulunur.
Tâziye Duası
Tâziye sözlerinde bir sınırlama ve kısıtlama yoktur. Hangi sözlerle bu teselli ve sabır tavsiye edilebiliyorsa o tâziye olur. Âlimler şu sözlerle tâziye verilmesinin müstehap olduğunu söylemişlerdir: (Nevevi, el-Ezkâr, s.126)
E’zamellâhu ecreke ve ehsene azâeke ve ğafera limeyyitike.
(Allah mükafatını büyütsün, güzelce bir sabır versin. Ölüne mağfiret etsin)
Üsâme b. Zeyd [radıyallahu anh] anlatıyor: “ Resûlullah’ın [sallallahu aleyhi vesellem] yanındaydık. Bir ara kerimelerinden biri haber göndererek Resûl-i Ekrem’i çağırdı ve kendisinin bir çocuğu yahut bir oğlu vefat etmek üzere olduğunu ona haber verdi. Bunun üzerine Allah Resûlü gönderilen kişiye,
– Dön de ona haber ver ki Allah’ın aldığı da, verdiği de kendinindir. O’nun nezdinde her şey muayyen bir müddetledir. Ona şöyle de: Sabretsin ve sevap umsun, buyurdular.
Bunun üzerine elçi Resûlullah’ın [sallallahu aleyhi vesellem] kızının yanına gitti geldi ve,
– O yemin etti! Mutlaka gelmeliymişsin, dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber kalktı, onunla beraber Sa‘d b. Ubâde ile Muâz b. Cebel de [radıyallahu anhümâ] kalktılar. Ben de yanlarında gittim. Çocuğu Allah Resûlü’ne getirdiler; can çekişiyordu. Sanki canı eski bir tulum içindeydi. Bunu görünce Hz. Peygamber’in gözlerinden yaşlar boşandı. Sad [radıyallahu anh],
– Bu haliniz nedir yâ Resûlallah, diye sordu. Resûlullah,
– Bu, Allah Teâlanın kullarının kalplerine koyduğu bir rahmet tecellisidir. Allah [celle celâluhû] ancak merhametli olan kullarına rahmet eyler, buyurdu.”(Müslim, Cenaiz, 6)
Bu hadis-i şerif, İslâm’ın koyduğu pek çok mühim kaideyi içermektedir. Nitekim, başa gelen musibetlere sabırlı ve edepli olma, kederli ve üzüntülü zamanlarda takınılacak tavırlar, hastalık durumları gibi pek fürû denilen ikinci derece önemi haiz konuları içermektedir.
Bişr b. Abdullah [rahmetullahi aleyh] anlatıyor: “Ömer b. Abdülaziz [rahmetullahi aleyh], oğlu Abdülmelik’in kabrinin başında şöyle dedi: Ey oğulcuğum! Allah Teâlâ sana rahmetiyle muamele etsin. Senin dünyaya gelişinle mutlu olmuştum. Büyümenle mutlu oldum. Artık bundan böyle seni çağırdığım zaman bana cevap vermeni beklemiyorum.”(Nevevi, el-Ezkâr)
Mesleme [rahmetullahi aleyh] anlatıyor: “Ömer b. Abdülaziz’in oğlu Abdülmelik vefat ettiği zaman babası oğlunun yüzündeki örtüyü kaldırdı ve şöyle dedi: Ey oğulcuğum! Senin doğum haberin bana müjdelendiği zaman sevinmiştim. Senin büyümenle mutlu oldum. Fakat ben şu ana kadar hissettiğim mutluluğu hiçbir zaman hissetmemiştim. Allah’a yemin ederim ki sen babanı cennete davet edeceksin.”
Tâziyede bulunmanın fazileti
Başsağlığı dilemenin fazileti hakkında pek çok hadis-i şerif vardır. Abdullah b. Mesud’un [radıyallahu anh] rivayet ettiğine göre, Nebi [sallallahu aleyhi vesellem] şöyle demiştir: “Başına bir felaket gelene, tâziyede (geçmiş olsun ziyaretinde) bulunan kimseye, felakete uğrayan kimseye verilecek sevabın aynısı vardır. ” (Tirmizi, Cenaiz, 72; İbn Mace, Cenaiz, 56)
Ebû Berze’den [radıyallahu anh] rivayet edildiğine göre, Resûlullah [sallallahu aleyhi vesellem] şöyle buyurmuştur: “Her kim çocuğunu kaybeden bir kadına başsağlığı ziyaretinde bulunursa o kimseye cennette bir elbise giydirilir. ”(Tirmizi, Cenaiz, 76)
Abdullah b. Amr b. Âs [radıyallahu anh] anlatıyor: “Resûlullah [sallallahu aleyhi vesellem] ile bir ölüyü kabre koymuştuk. Defin işi bitince Allah Resûlü oradan ayrıldı. Kendisiyle birlikte biz de ayrıldık. Bir kapının karşısına varınca orada durdu. Bir de baktık ki karşısında bir kadın var. O kadını tanıdığını zannettim. Oysa tanıyamamış, ancak kadın kendisine doğru yürüyünce bir de baktı ki kızı Fâtıma [radıyallahu anhâ] Ona,
– Ey Fâtıma, seni evinden çıkaran sebep nedir, diye sordu. O da,
– Ey Allah’ın Resûlü! Şu ev halkına geldim. Onların ölüleri için tâziyede bulundum, sabrı tavsiye ettim, diye cevap verdi.” (Ebu Davud, Cenaiz, 26)
Amr b. Hazm’ın [radıyallahu anh] rivayetine göre, Nebi [sallallahualeyhivesellem] şöyle buyurmuştur: “Her kim müslüman bir kardeşinin taziyesine giderse Allah Teâlâ kıyamet günü o kişiye cennetin en güzel elbiselerinden giydirir. ” (İbn Mace, Cenaiz, 56)
KAYNAK: Hüseyin OKUR, Son Nefeste İman, Hacegan, s.209-213